16 Aralık 2009 Çarşamba

Yürüdük sessiz,aşk izledi...

Yokuşlar ne kadar dikti,ve biz nefes almadan ne kadar yürümüştük?

Yürümeye başladığımız yerden oldukça uzaktaydık,sis yeniden tepemize çökmüş,''gidin burdan''der gibiydi ama aldırmadık...Zaten neye aldırmıştık ki?Konuşmuyor,konuşmadan da bir yolda,hiç durmadan ilerlenilebileceğini gösteriyorduk.Uzaktaydık başlangıçtan,tüten bacalar bize el sallıyorlardı,aldırmadık...Uzakta olmak belki de iyiydi herşeyden,herkesten...Kaderin bize sunduklarından belli bir mesafede duruyorduk,ellerin daha sıkı tutuyodu ellerimi...Belli bir mesafede duruyorduk kaderden,uzaklarda,hayatın bize bahşettiklerini geri alacağını bilerek,fazla yaklaştırmıyorduk kendimize...Yarasız olsun,acısız olsun diyorduk.Böyle çıkmıştık yola,ve ben en umutsuz havada seni gördüm,tek başına yürürken...Puslu havada daha bir inat,daha bir güzeldin,söylemedim.Aşk gelmişti aklıma,seni görünce;söylemedim.''Yürüyelim mi bu yolda?'' diyen bile olmadı aramızdan,sadece elimi uzattım sana,sende bana,ve yürüdük''.Dağlar aştık,şehirler gördük.Hava değişmedi;karanlık hep yanımızdaydı,ve biz yürüdük.
Yürürken,tırmanırken,koşarken hatta birlikte,ben hep aynı şeyi düşündüm,ama söylemedim sana.Aşk,sevgi...Neydi bu ikisi?Dilden düşmeyen kelimeler mi?Yaşanamayacak olana bir özlem mi?Yoksa bir köy ismi mi?Çok farklıydı tanımlar,ama herkesin tanımı daha farklıydı.Değişebilir miydi gerçek olan?Yada gerçek olan birşey ,bu kadar değişikliğe uğrar mıydı?Hiç bilemedim,sana hiç söylemedim.Yollardan çıkardık hırsımızı,yürümek güzeldi seninle hiç bilmediğim bir yolda,çok iyi tanıdığım bir mevsimde.Gözgöze yürüdük hiç yorulmadık.Yada belli etmedik.Ve en sonunda ulaştık,o hiç ulaşılmaza.Manzara ,keşfedilmenin rahatsızlığını hiç yaşamadı bugün, ama hoşgeldiniz de demedi bize.Sadece bir kuş, sise inat bende burdayım diye bağırdı,bende bağırmak istedim delicesine ama sana hiç söylemedim.Hava hiç değişmedi aynı senin beni sevme seklin gibi...Senin beni sevme şeklin,benim sana olan sevgimi degistirmiyordu; Ve bence ask buydu,söylemiştim içimden...Anlamış mıydın acaba beni?,anlaşılmaktan korktum.
Yürümeye devam ettik,bi ara konuşur gibi oldu gözlerimiz,ağzıma bir kaç cümle gelmişti,farklıydı bu kez,yutmadım bu sefer;söylemek istediklerim vardı fakat anladım ki oldukça yorulmuştum;kısık bir ses tonuyla söyledim bu sefer;''seni seviyorum''.Çarpıştı gözlerimiz,hiç konuşmadın koluma girerken...Yürüdük.Beklentisiz.Sebepsiz.Yürüdük.Sen bana,ben sana doğru...

3 Aralık 2009 Perşembe

Yokuşlar ve sonra sen...

Dikti yolları,dağ gibi ama değil.Yorucuydu ona ulaşması,bir yer bir bölge,bir cisim değildi çünkü.Hayal edilirdi sadece,akıldan geçirilirdi ama kesin tahmin edilemezdi.Dedim ya dikti ve kış yada yaz farketmez,çekilmiyordu yolları,önce yoruyor sonrada üzüyordu.Bu yolların,ne garip özellikleri vardı sana doğru...Sana doğru değişti hava,sona doğru yağmur başlamıştı o gün Uludağ da.Yokustan yukari cikarken yolu görürsünüz,ama asagi inerken manzarayi seyredersiniz ya hani,çıkarkende tadını alıyorduk dağın.Sonbahar ben hala burdayım desede;kış,defolun tadında bir rüzgarını hemen yanımıza yolluyordu.Arabayı rüzgarla bıraktık, şimdi elimizde birtek sonbahar kalmıştı.Uçurumun tam kenarında ,yokuşların bittiği yerde durmuştuk tam,tehlikenin burda olduğunu söylemişlerdi bize.''Sana mutluluk vaat ediyorum" diye fısıldadı şeytan,"ama ya heyecanlı olacak ya da huzurlu. seç"...Şimdi dedim içimden,atlasam mı boşluğa doğru, yoksa bir sahlep alıp yanına mı geleyim?Son anda vazgeçmiştim sahlepten,atladım boşluğa.Huzur dolu bir mutluluk,dağ kucaklıyordu beni ve senin yanından yine sana doğru geliyordum.Uludağ, sonbaharın en güzel gününü yaşarken sahlebimizi yudumluyorduk.Hayvanlardan açılan konunun, insanlara gelmesi fazla uzun sürmüyordu.İlişkiler,bir türlü ilişkillendirilemeyenlerle bir araya gelmeye başladı,sanırım sonbahar sarhoşluğu bu oluyordu.
''Ben dedim,beni acitabilmek icin once nereye vuracagini cok iyi bilmelisin,nereye vuracagini bilmek icin ,beni cok iyi tanimalisin.Beni cok iyi taniyabilmek icin ,sevgilim olmalisin.Sevgilim olman icin, seni cok sevmeliyim.''Eeee, yani'' diyosun garipçe yüzüme bakarak...Yani seni cok seversem, beni acitabilirsin diyorum.Eee''diyosun hala donuk gözlerle,''ne eee'si,''ayrılıyoruz'' diyorum.Gülüşüyoruz.''Dur''diyosun bana ''sıra bende'',senden beklediğim de buydu'' diyorum.''Bunu düşündün mü hiç?''diyosun,''bir erkek, kadinindan biktigi icin onu terk eder; bir kadin ise erkeginden sikildigi icin.''Arada cok onemli bir fark var''.Daha büyüksün,daha tecrübelisin diyebiliyorum sadece yere doğru.''Bir erkek doydugu icin kadinindan bikar; bir kadin ise doyamadigi icin erkeginden sıkılır''diyosun.Yüzüne bakıyorum,gülümsüyoruz.Zaten diyosun ben aşık olmadım, "a$ik olmak erkege yaki$ir,kadina asla.Kadına yakışan sadece aşktır diyorum gözlerine bakarak,gülümsüyorum.''Bunu senden bekliyordum'' diyosun,şaşırtmadın''.Kahvelerimiz biterken yokuşları inmeye başlıyoruz seninle.Yokuşun ötesinde diyorum ,güzel bir muhabbet varmış 2 gün süren,gördük ve geldik.Yokuşlar ve sonra sen...

30 Kasım 2009 Pazartesi

''Kinyas'' gibi düşünmek...

çok şey gördüm, beni yüzüstü gömün...

Bir adım daha atsam çıkıcaktım. sadece insanlıktan değil, bütün dünyadan. insanın kendi imkanlarıyla bir uzay mekiği inşa etmesi böyle oluyor işte. Önce deneme mahiyetinde fırlatılan maymunlar gibi birkaç duygu bindiriliyor mekiğe. Sonra da bütün beden, bütün beyin hazırlanıyor, dünyanın dışına yollanmaya. tek amaç, ay'a benzeyen bir uydu olmak. Dünya güzel ama çok uzaktan diyebilmek...Ama birden farkettim ki ne ben, ne de başka birisi hiçbir yere ait değildi.Aidiyet bir kandırmacaydı küçük çocuklara anlatılan.Hiçbir yerde,hiç kimse beklemiyordu beni.Terk ettiklerimi, dikiz aynalarında aramak artık acıtmıyordu beni...

Anladım bir yangın merdiveni olmadığını,hayatın arka kapısı yoktu.Gizlice sigara içilen karanlık bir boşluğu bile yoktu.Her şeyi bilen, her şeyi bilmeye devam ediyor ve bana gülüyordu.
Dile getirilemeyen nefretten büyüğü yoktur,dile getirilemeyen aşk gibisi de yoktur ya hani,en büyük hatam insanlardan cümlelerimi bitirmelerini beklemekti. Hayatımın belli bir dönemine kadar hep böyle yaptım zaten.Gözlerinin içine baktım beni bilsinler diye.Kadınlardan bunu bekledim. Birisi gelip, "evet, ben seni tanıyorum" desin diye bekledim.

"ne kadar yalnızsan o kadar uzaga gidersin.Ne kadar terk edersen o kadar ölürsün"...
Ben sadece fazlasıyla ciddiye almıştım, küçükken babamın bana birini üzdüğümde söylediği o sözü. "Kendini karşındakinin yerine koy."Ve ilk başlarda bunu o kadar çok yapmıştım ki, bir gün dönüş yolunu ,yani kendimi bulamadım.
Ben böyleyim ! " demek kadar korkunç bir söz yoktu.Ama ben hep öyle söylemiştim, karşımda yaptıklarımın, düşündüklerimin doğru olmadığını söyleyen ve beni seven insanlara.ben böyleyim. Değişemeyeceğime inanmak o kadar kolaydı ki !Yokuş aşağı inmek kadar zevklisi yoktur. aşklar, alkol, nikotin, ahlaki değerler, uyuşturucular... Hepsi de birer pranga olabilir her an insanın ayağına. zevk veren prangalar.Ortak özellikleri, varlıklarının verdikleri zevkin uzun bir süre sonra hissedilememesi, yokluklarının ise derhal kalpte bir ağrı yaratmasıdır. Bağımlı insan atlı karıncaya binmiş gibidir.Ne bir varış noktası, ne de bir ilerleme vardır hayatında. Herkes ilk başladığı yerde, midesi kaldırana kadar döner durur... İnsanın kendiyle mücadelesi, bağımlılıklarını yok etmesiyle başlar.
Yok et...
(hakan günday - kinyas ve kayra - 2000)

The Bayram ve ''tırnaklarım'',''tırnakların''...

''Ne kadar şirin ellerin var...''

Masanın üzerinde duran ellerime ,belkide beklediğim en son yorumdu.Tırnaklarımı hunharca yiyordum,ve bu vahşetten bi haber yaşamayı da seviyordum.Onunsa elleri vardı;elleri ve tırnakları...''Ne güzel'' dedim içimden,sesimi yükseltmeme izin vermedi tırnaklarım...''Sus ve izle'' dedi...Masanın üzerindeki şekerlikle oynarken,sesin duyuldu;şirin eller''...cümlenden seçtiğim kelimeler bunlardı ;tırnaklarımdan bu kadar tiksinirken gelen bu yorum,beni şaşırtmıştı ve gün şaşırma günüydü,evet bugün bayramdı.
Kanlar,çikolatalar,soğuk hava,insanlar,kahveler,çaylar,tatlılar,saçma televizyon programları derken,kendini kaybetmiş olan beynim;arada bir çalan telefonlar ve arayan arkadaşlarla mutluluk bulmaya çalışıyor;''bi kahveye ne dersin?''sorusuyla da bayramı azda olsa unutuyordum;beynimi bırakıp,tırnaklarımı yanıma alıp,evden uzaklaşıyordum.

Türk kahvelerimizi yudumlarken,entel sohbetler içine dalıyoruz.Eski mitolojik bayramlardan konuşuyoruz,nasıl kutluyordu acaba o insanlar?''nerede o mitolojik bayramlar?''diyorum, ne kadar güzelmiş ;ye, iç, dans et, seviş...Şimdi şekerle kandırıyorlar bizi ;oral tatmin.Gülüşüyoruz.''Eski bayramlara dönemeyiz ama'' diyosun;yiyip ,içip ,dans edip,sevişebiliriz''.Bu sefer ben gülümsüyorum...

''Bayram nedir?'' diyosun bana ,bakıyorum yüzüne;sonra gözlerine;hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayramdır''diyorum sana;senden beklediğim bir cevaptı bu, diyosun hiç şaşırmadan.Beni biliyosun artık ,yada öğreniyosun dediğimde;cevabın ''sen denizsen,bende senin derinliğinim'' oluyor,çok derinlerde değilde ,ben denizin dibini görmeyi severim diyorum;tamam o zaman diyorsun;tamamlaşıyoruz;tamamlanıyoruz yavaş yavaş...Kahvelerimiz biterken;hava kararıyor,bayram kimi dünyalarda sonlanırken,kimi kişilerde daha yeni başlıyor,yüzün daha çok gülüyor,daha çok sigara içiyorsun...Anlaşalım diyorum; bana derinlikleri anlatırsın, sana uzakları gösteririm, denizime düşen ışığında,dans ederiz güneş doğana kadar ,sonra beraber uyuruz.Ne dersin?

Cevabın ne geç ,ne de olumsuz oluyor.

28 Kasım 2009 Cumartesi

Sen,ben,unutmadan bide ''inna''..(25 Kasım 09)

Havanın soğuk olması,yada önce hafif başlayıp sonra gaza gelen rüzgar,pek umrumuzda değildi.Bir anda alınan kararlar sonucunda,''noluyor yahuu??!!!''bile diyemeden kendimi ''zırt turizm''in koltuklarında buluyorum...Muavin konusuyor,tv den bahsediyor,bunlar yeni,yeni yaptırdık ,çok teknolojik diymi?diye soruyor,afallıyorum.Tv deki adam nereye gidiyosun?diye soruyor tekrar,ama muhattap olmuyorum.Yolculuk zorda olsa başlıyor,ne ara gaza geldim diye düşünüyorum,feribota doğru ilerlerken.Fotoğraf çekinelim diyor güzel bir ses,denize doğru...denize doğru diyorum bende,gel,gel...Gözlük insana hava katıyor diyor,katılıyorum diyorum birbir fotoğraf çekerken,bunu sık sık yapalım derken yüzümüz gülüyor.Ne zaman dönücez?diyorum ,feribottaki son kareyi alırken,cevap gelmiyor.Inna çalıyor hafiften ve ne alakaysa kendimi Beşiktaş sahilinde botla gezintide buluyorum,''noluyorr yahuuu??!!''bile diyemeden,Inna ve bir gülümsemeyle soruları yutuyor,denizin tadına bakıyorum.2 saatimiz kalmış diyorum,dönelim mi?Konuşmuyoruz,zaten ortamdaki sessizlikten bende aslında hiç konuşmadığımı farkediyorum,konuşan tek bir kişi var, o da Inna.Kızcağız tek başına şarkı söylüyor,beni de fotolayın diyor ama ona susmasını ve şarkıya devam etmesini söylüyoruz.Üsküdar iskelesi gözüküyor,çingeneler bize doğru bakıyor.Yada denize bakıyorlar ama denizle muhattap bir tek biz olduğumuzdan,manzaralarına bizide ekliyorlar.Motoru sahile yaklaştırıyoruz.Günün tek kelimesini ederken zorlanıyorum;''dönelim''.Cevap gelmiyor,otobüse dönüyoruz,4.saati dolduruyoruz denizde.Deniz, güzel ağırlıyor misafirlerini.Inna yı da alıp otobüse biniyoruz,görüşürüz diyoruz boğaza,beklerim demiyor...Bakarken gözlere,feribota geldiğimizi anlıyorum,deniz özlemi yansıyor bakışlarına.Son bikaç kare daha diyorum,Inna yerine bir başkası bişeyler mırıldanıyor,''sus''deyip Mp3 ten yine onu açıyoruz...''Şu gözüken Bursa mı?Evet,oldukça yaklaştık'' sesleri kulağımda gezine dursun,biz konuşmuyor,sadece bakışıyoruz,çay güzelmiş diyoruz sadece ve 4 saatte ,denizle konuşup kendimizle bakışıp,geri dönüyoruz...sen,ben unutmadan bide Inna...